Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Aralık 2013 Cuma


ANKARA ÜNİVERSİTESİ

FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜ





YÜKSEK LİSANS TEZİ



BAL ARSI (Apis mellifera L.) (HYMENOPTERA: APIDAE)'NDA ZARARLI

OLAN Varroa jacobsoni OUDEMANS (BAL ARISI AKARI)

(ACARINA:VARROIDAE)'YE KARŞI KULLANILAN AMİTRAZ

(VARROASET) IN BALLARDAKİ KALINTISININ ARAŞTIRILMASI

3.1. 3. AMİTRAZ



Amitraz (N,N’-[(methylimino)dimethylidyne] di-2,4-xylidine), bitki ve hayvanlarda

akarisid, larvasid ve insektisid olarak kullanılan amin ve hidrazin türevi bir bileşiktir.

1973' te The Boots Company tarafından geliştirilmiş Taktic, Mitac, Triatox ticari

adlarıyla piyasaya sürülmüştür. Günümüzde üretici firmaları Atabay, Aventis, Defensa,

Rotam, Wujin’ dir. Ülkemizde de varroa’ ya karşı kullanılan ilaçlar dünya ülkeleri ile

paralellik arz etmektedir. Genel olarak fümigant olarak bilinmekte ve daha çok fumigant

şeritler ile tabletleri kullanılmaktadır (Çizelge 3.1.).



Çizelge 3.1. T. C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından arıcılıkta kullanılmak üzere,

ruhsatlandırılan veteriner ilaçlarından arı akarı (Varroa jacobsoni)’ na karşı

kullanılan Antiparaziter ilaçlar (Tutkun ve Boşgelmez 2003)



İLACIN TİCARİ ADI ETKİLİ MADDE RUHSAT SAHİBİ RUHSAT TARİHİ

Perizin %3,2 sol Asuntol Bayer- İstanbul 04.04.1986

Bayvarol füm. Şerit* Flumethrin Bayer 23.11.1995

Rulamit-VA körük rulo Amitraz Arı Kimya-İst. 10.10.1986

Vamitrat-VA füm.şerit Amitraz Arı Kimya 27.09.1991

Varromatik-V körük*

Amitraz Akıncı kimya-İst. 25.01.1993

Varromatik füm. Şerit

*

Amitraz Akıncı kimya 21.09.1993

Varmitas füm. Şerit Amitraz Arısan-İst. 25.10.1994

Rulotas füm. Körük Amitraz Arısan-İst. 25.10.1994

İmpamit füm. Şerit Amitraz İmpa- İst 10.06.1996

Plusmat körük rulo

Amitraz İmpa- İst. 10.06.1996

Varroason füm. Şerit Amitraz İleriş-İst. 27.01.1986

Varation-TKV toz Malathion TKVakıf- Ank. 08.08.1986

Folbex-VA füm.şerit

*

Bromopropylate Novartis-İst. 12.03.1986

Apistan füm. Şerit

*

Fluvalinate Sanafi- Doğu-İst. 23.02.1990

Milkat plakası

*

Formik Asit Forzam- Adana 14.09.1993

Formiset füm. Çubuk Formik Asit Arı Farma-Ank 18.05.1998

Rulovarde füm. Körük Amitraz Taşkın-İst. 25.11.1998

Varroset füm. Körük** Amitraz Arı Farma-Ank 18.11.1999

*İşaretli ilaçlar piyasada bulunmamaktadır. ** Denemede seçilen formülasyon

4. ARAŞTIRMA BULGULARI





4. 1. Varroa jacobsoni ( Arı akarı)’nin Tanımı





Şube : Arthropoda

Altşube : Chelicerata

Sınıf : Arachnoidae

Takım : Acarina

Alttakım : Parasitiformes

Familya : Varroidae

Altfamilya : Varroinae

Cins : Varroa

Tür : Varroa jacobsoni Oudemans

39

Arı akarı olarak bilinen V.jacobsoni ilk kez 1904 yılında E. Jacobson tarafından Java' da

Hint arısı (Apis indica)' nın larva gözlerinden toplanmış ve Hollanda' lı Oudemans

tarafından aynı yıl Varroa jacobsoni olarak tanımı yapılmıştır (Tutkun ve İnci 1992).





Arı akarı bal arılarının larva, pupa ve erginleri üzerinde yaşayan ve uzun süre dikkati

çekecek bir belirti göstermeden çoğalan tehlikeli bir dış parazit akardır.





4.1.1 V. jacobsoni’nin morfolojik özellikleri, biyolojisi ve zarar şekli





Ergin dişi arı akarı, koyu kızıl-kahverenkte veya koyu kahverengi olup enlemesine oval

şekildedir. Ortalama 1, 10 mm uzunluğunda; 1, 57 mm genişliktedir. Vücut, sırt ve

karından basık olup üst kısmı hafif dış bükeydir. Sert bir kitin tabakasıyla kaplı olan

kalkan şeklindeki sırt levhası, üstten bakıldığı zaman ağız parçaları ve bacakları önemli

ölçüde gizler, kenarları ise karına doğru hafifçe kıvrılmıştır (Şekil 4.1.). Dişi ve erkekte

vücut iki ana bölümden yapılmıştır. Bunlar ön ve orta kısımda besin alma organlarının

yer aldığı gnatosoma ile, vücudun geri kalan ve dört çift bacağı da içine alan

idiosomadır. Bacakların arka kısmında bulunan alanda birbirinden ayrı dört tipik lob ve

bir anal delik vardır (Şekil 4.2.).



Ağız parçaları sokucu-emici şekilde gelişmiştir. Ağızda keskin, eğri uçlu iğne gibi sivri

bir çift chelicera bulunmaktadır. Asalak arının segmentleri arasına cheliceranın ön

kısmındaki çengel şeklindeki iğneler yardımıyla tutunur, cheliceranın kesici ucu

böceğin derisinin kolayca deler. Cheliceraların her iki yanında bir çift uzun, hareketli

pedipalpus bulunur. Bunlarda kutikulanın delinmesine yardım ederler ve açılan yaraya

girerler. Hemolenf, akarın yutak kaslarının çalışması ile ağız boşluğundan vücuda

çekilir.





Bacaklar kısa, kuvvetli ve kalın yapıdadır. Birinci çift bacaklar üzerinde duygu kılları

bulunur. Bunlar özellikle koku alma görevini yerine getirirler. Bacakların uçlarında

yapışmayı sağlayan vantuz şeklinde loblar bulunur .

Arı akarının vücut şekli, bal arısı üzerinde kolayca tutunmasına elverişlidir. Bacakların

üzerinde bulunan yapışmayı kolaylaştırıcı vantuzlar ve karın bölgesindeki kıllar, arının

bu akarı üzerinden atmasını hemen hemen imkansız kılmaktadır. Genellikle arının ilk

abdomen segmentleri arasına tutunurlar. Asalak, bal arısının baş ve thoraksı arasına,

thoraks ve abdomeni arasına da yerleşebilir. Arıya ulaştıkları her yerde kolayca

segmentler arası zara girebilirler ve emgi yapabilirler.





Erkeklerin vücudu, ön kısımda hafifçe daralan bir daire şeklindedir (Şekil 4.3.). Sırt

kalkanı hafif dış bükey durumdadır ve ince bir kitin tabakasıyla örtülüdür. Dişilerden

daha küçüktür. Renkleri beyaz-gri veya sarımtrak olup; uzunlukları 0.85 mm,

genişlikleri ise 0.78 mm' dir. Ağız parçaları, bal arısının larva ve erginlerinin derisini

delmeye ve hemolenfini emmeye uygun yapıda değildir.

Solunum, gelişmiş bir trake sistemiyle yapılmaktadır. Akarın vücudu içinde ağ gibi

dağılmış olan trake borucuklarının uçları dışarıya "stigma" adı verilen birer delikle

açılmaktadır. Stigmalar arka bacakların hizasında yer almıştır. Akarların, arılar üzerinde

tutunmuş halde hızla uçarken ve kapalı gözler içinde yaşarken normal şekilde solunum

yapabilmesi, bu organın her türlü çevre koşullarına karşı uyum gösterebildiğini

kanıtlamaktadır.





Biyolojisi





Ergin dişi arı akarı sonbaharda çiftleştikten sonra kışı ergin arı üzerinde geçirmektedir.

Bir defa çiftleşen dişi, erkek akarın spermalarını spermateka adı verilen torbada

saklamakta ve döllenmiş yumurta bırakmaktadır. Çiftleşme, petek gözleri içinde, ergin

arılar gözü delip çıkmadan öncede olabilmektedir. Ergin erkek akarlar çiftleştikten ve

gözler açılıp genç arılar dışarı çıktıktan sonra hemen ölmektedir. Erkek akarın

cheliceraları dişiye sperm aktarabilmek için şekil değiştirmiştir ve erkekler bu yüzden

beslenemezler.

Biyolojisi





Ergin dişi arı akarı sonbaharda çiftleştikten sonra kışı ergin arı üzerinde geçirmektedir.

Bir defa çiftleşen dişi, erkek akarın spermalarını spermateka adı verilen torbada

saklamakta ve döllenmiş yumurta bırakmaktadır. Çiftleşme, petek gözleri içinde, ergin

arılar gözü delip çıkmadan öncede olabilmektedir. Ergin erkek akarlar çiftleştikten ve

gözler açılıp genç arılar dışarı çıktıktan sonra hemen ölmektedir. Erkek akarın

cheliceraları dişiye sperm aktarabilmek için şekil değiştirmiştir ve erkekler bu yüzden

beslenemezler.



Ana arı petek gözlere ilkbaharda yumurta bırakmaya başladıktan sonra dişi akarlar da

faaliyete geçerler. Bunlar gelişmekte olan 5-6 günlük larvalı petek gözler içine, gözler

kapatılmadan 1-2 gün önce girerler. Aynı göze bir veya birden fazla dişi akar girebilir.

Burada larvalar üzerinde bir hafta beslenen akar, gözler kapatıldıktan 2-3 gün sonra 2-9

adet yumurtayı bir defada, tek tek bırakır. Bırakılan yumurta sayısı mevsime göre

değişiklik gösterir. İlkbaharda az, yaz ortası veya sonunda en yüksek düzeye ulaşır.





Yumurtalar süt beyazı renkte, oval 0.5 - 0.4 mm boyunda saydam, ince kabukludur.

Embriyo yumurtanın ince kabuğu altında görülebilir. Akar yumurtalarını petek gözün

alt ve yan kısımlarına veya doğrudan arının üzerine bırakabilir. Bir dişi, kapalı gözler

içerisinde kaldığı sürece 2-3 defa yumurta koyabilir. Akar yumurtalarını bıraktıktan

sonra arı larvası üzerinde beslenir, bir süre dinlenir ve tekrar yumurtlamaya başlar.





Dişi akar yumurtlamak için öncelikle erkek yavru gözlerini, daha sonra işçi ve ana arı

larva gözlerini seçmektedir.

Yumurtaların bırakılmasından 24 saat sonra larvalar yumurtadan çıkar bunlar 48 saat

sonra protonimf haline geçerler.Asalak larva, protonimf dönemine deri değiştirerek

geçer. Protonimfler petek gözler içinde gelişmekte olan arı larvalarının kan sıvısını

emebilirler.





Protonimf döneminden erkekler 3-4 günde, dişiler 5 günde deutonimf dönemine

geçerler. Deutonimf dönemi ise erkek ve dişilerde 1-2 gün kadardır. Bu süre içinde arı

larvası veya pupası üzerinde beslenmeye devem ederler.





Yapılan araştırmalara göre, genç dişi akarın tam gelişmesi 8-10 günde, erkek akar ise 6-

8 günde tamamlanmaktadır.

Genç dişi akarlar yumurtlamak için 4-13 gün sonra tekrar uygun bir petek gözü bulmaya

çalışır ve çoğunluğu sadece bir petek gözün içine yerleşerek buradaki arı larvasının kan

sıvısını emmeye başlarlar.





Dişi arı akarının ömrü yazın 2-3 ay, kış döneminde ise 5-8 ay kadardır. Akarlar

kolonide kuluçka gözünün bulunmadığı kış aylarında yumurta bırakmadan işçi arıların

üzerinde yaşarlar.





Akarın mart ayı sonlarından ekim ayı başlarına kadar yani yaklaşık 6-7 aylık üreme

periyodu içinde ortalama 10-11 döl verdiği gözlenmiştir.

Dişi akar, larva ve ergin arıların hemolinf adı verilen kan sıvısını emerek

beslenmektedir. Yapılan bir çalışma da arılara radyoaktif "strontium 90" enjekte

edilmiş ve radyoaktif maddenin önce hemolenfe sonrada arı üzerinde beslenen akarlara

geçtiği saptanmıştır (Tutkun ve Boşgelmez 2003).





Dişiler ergin olduktan sonra, eşeysel olgunluğa hazırlandıkları ilk birkaç gün içinde aşırı

şekilde beslenirler. Bu nedenle petek gözünü terk eden genç ergin arının üzerinden

ayrılmazlar.





Nitekim çok yoğun bulaşmalarda, gözden çıkmış bir arı üzerinde 18 ergin dişi arı akarı

sayılmıştır.

Asalak akar, beslenmekte olduğu arı ölünce onu terk ederek kendisine başka bir

konukçu arar. Bu nedenle kovan temizliği yapan işçi arılar tarafından dışarı çıkartılan

ölü arılar üzerinde akara rastlanması ihtimali çok azdır. Kovanda yeni konukçu arayan



ve yumurta bırakmak için uygun bir petek gözü seçmeye çalışan genç dişi akarları

petekler üzerinde yürürken görmek mümkündür (Tutkun ve İnci 1992).





Dişi akar beslenmek için yaşayan bir arı bulmak zorundadır. Arıdan arıya kolaylıkla

geçebilir. Genellikle arının abdomeni altına hızla tutunarak segmentler arasına

yerleşirler. Vücudun diğer bölümlerine de geçebilirler. Arı akarı' nın arıdan arıya

bulaşması, arılar çiçek tozu ve balözü toplarken çiçekler üzerinde de olmaktadır.





Arı akarı' nın emgisi sonunda arıların önemli protein kaybettikleri saptanmıştır. Bu

durum özellikle kış mevsiminde arının yaşamını olumsuz yönde etkilemektedir.

Zarar şekli





Arı akarı' nın petek gözler içindeki larvalar ve ergin arılar üzerinde beslenirken sık sık

fakat az miktarda kan emdikleri saptanmıştır. Arılar sadece hemolenfin kaybı ile zarar

görmenin dışında, emgi yerlerindeki açık yaralardan zararlı mikroorganizmaların

dolaşım sistemine girmesi ile de sekonder olarak zarar görürler. Enfeksiyonlar giderek

yaygınlaşır ve özellikle yavru çürüklüğüne benzer hastalıklar halini alır. Bazen de larva

ve ergin arılar "septisemi" adı verilen kan zehirlenmesinden ölürler.

Hastalıklı koloniler rahatsız olduklarından bazen kış aylarında kış salkımı yapamazlar

ve ana arıyı soğuktan koruyamaz duruma gelirler.





Larva veya ergin dönemde akarın emgisine maruz kalan arıların zayıfladığı,

güçsüzleştiği ve kovan içinde bunların adeta sürünür gibi yürüdükleri görülür. Emginin

fazla olması durumunda kanatsız, tek kanatlı veya bacakları eksik anormal bireylere

rastlanır (Şekil 4.4.). Bunlar kovan içinde fizyolojik yaşlarına göre yapacakları görevleri

yerine getiremezler ve işçi arılar tarafından kovan dışına çıkarılırlar. Bir arının, bir dişi

akar tarafından her iki saatte bir emgi nedeniyle ağırlığından yaklaşık %0.1' ini

kaybetmesi, arıya büyük sıkıntı vermekte ve onu giderek ölüme sürüklemektedir. Ağır

emgi sonunda larvalar ya yavru gözlerinde yada ergin hale geldikten sonra

ölmektedirler (Şekil 4.5.). Koloni bireylerinin ölümü, akar yoğunluğuna ve koloninin

kuvvetine bağlı olarak değişmektedir. Eğer kapalı yavru gözlerinde arı larva ve pupaları

ölmüş ise petek gözlerin üzeri koyu renk almakta ve delinmektedir (Şekil 4.6). Delik

çevresi ise beyazlaşmaktadır.



Asalak akarın zararlı etkisi sonunda, kolonideki erkek arıların sayısı dikkati çekecek

kadar azalır ve bunların cinsel güçleri zayıflar. Ana arının yumurtlama yeteneğinde bir

gerileme başlar. İşçi arıların yavru besleme ve bakım görevleri büyük ölçüde

durgunlaşır. Ana arı akarı ve işçi arının normal ömür uzunluklarında da bir kısalma

görülür. Arı akarı, emgi yaptığı arının zayıfladığını hissedince bunu terk ederek yeni

konukçusuna geçer. Arının üzerinde tutunan akar veya akarlar, konukçunun normal

şekilde uçmasına ve çiçek tozu toplamasına engel olurlar. Akarlı arılar sık sık uçuş

dengesini kaybettikleri için yerde yürümeye mecbur kalırlar, kovan içinde de sürünerek

dolaşırlar.





Bulaşmanın ilk yılı bir koloni belki sadece 1-10 akar olabilir. İkinci yıl yaklaşık 100 ve

üçüncü yıl 1000' den fazla bulunabilir. Bu yıllar esnasında bal üretiminde dikkati çeken

bir azalma ve klinik belirtilere rastlanmaz. Ancak dördüncü yıl pek çok dişi akar petek

gözlere girer ve arı larvalarını enfekte eder, neticede kanatları küçülmüş bacakları

deforme olmuş, kısa abdomenli ergin arılar meydana çıkar. Bu arıların koloniye faydası

yoktur. Eğer bunlar kolonideki bireylerin yüksek bir oranını teşkil ederlerse, kovan iyice

zayıflar ve söner.

Parazitin neden olduğu ekonomik kayıplar; arıların bakım şekli, bulaşmanın yoğunluğu,

devamı ve kolonideki akar sayısını azaltmak için alınan önemlere bağlı olarak

değişmektedir. Bulaşık kolonilerde ölüm oranları grafiği genel olarak iki tepe noktası

meydana getirmektedir. Bunlardan birincisi Sonbahar ve Kış başlangıcı, diğeri ise

kışlamadan sonra kovanların ilkbahara çıkarıldığı devredir. Arılıkta ölüm oranı devamlı

şekilde artar. Başlangıçta dağınık olan ölümler daha geç dönemde %70-100' e kadar

yükselmektedir. Yaşayan koloniler ise zayıftır ve gelişme çok yavaş devam eder. Arıya

yardım edilmemesi halinde kovanların yok olması mümkündür.





Ülkemizde arı akarı' nın arıcılık da meydana getirdiği kayıp, diğer bütün hastalık ve

zararlılarından ileri gelen kayıpların toplamından daha fazladır (Tutkun ve inci 1002).



4.1.3. Varroa jacobsoni’nin savaşımı





Kültürel önlemler





Zayıf kolonilerin uçuş delikleri daraltılmalı ve yağmacılığa meydan verilmemelidir.

Bulaşık arıların kovanlarını şaşırmaları için kovanların farklı şekil ve düzende araziye

yerleştirilmesi ve uçuş deliklerinin değişik yönlere çevrilmelidir. Yoğun şekilde bulaşık

kovanlar bekletilmeden yok edilmelidir. Bulaşık arılıklardan oğul, ana arı, yavrulu petek

ve malzeme değişimi kesinlikle yapılmamalıdır. Akarla bulaşık kolonilerde arıların su

temini ve beslenme alışkanlıklarında bazı değişiklikler yapılması gerekmektedir. Kovan

önünde ölmüş arılar üzerindeki akarların tekrar kovana dönmelerine engel olabilmek

için kovanlar yerden en az 50 cm yükseklikte sehpalar üzerine yerleştirilmesi ve

devamlı şekilde güneş alan yerler seçilmelidir. İlkbaharda her koloniye verilecek şeker

şurubu için ayrı kaplar hazırlanmalı, ortak yemlik kullanılmamalıdır. Bal hasadından

sonra peteklerde kalan bal artıkları, işçi arıların beslenmesini sağlamak amacıyla tekrar

kovana konulmamalıdır.

Kanunsal savaşım





Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından düzenlenmiş olan arıcılık Yönetmeliğinin 6

Mayıs 1991 tarihinde değiştirilen "Arı Nakli ve Arı Sağlık Belgesi" ile ilgili 7. Maddesi

dahilinde arı akarına karşı mücadele gerekli olup ancak bu maksatla mücadelesi

yapılmış olan kovanlara nakil için gerekli müsaade verilmektedir. Yani arı akarı

karantinaya dahil bal arısı zararlısıdır (Tutkun ve Boşgelmez 2003).





Fiziksel savaşım





Arı akarı savaşımında yüksek sıcaklık koşullarının öldürücü etkisinden yararlanmak

suretiyle arılardaki akar populasyonunu düşürmüştür. Ancak bu metot, uygulama

sırasında arıların yumak teşkil etmeleri ve güçlükle yapılması nedeni ile terk edilmiştir.

Kanunsal savaşım





Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından düzenlenmiş olan arıcılık Yönetmeliğinin 6

Mayıs 1991 tarihinde değiştirilen "Arı Nakli ve Arı Sağlık Belgesi" ile ilgili 7. Maddesi

dahilinde arı akarına karşı mücadele gerekli olup ancak bu maksatla mücadelesi

yapılmış olan kovanlara nakil için gerekli müsaade verilmektedir. Yani arı akarı

karantinaya dahil bal arısı zararlısıdır (Tutkun ve Boşgelmez 2003).





Fiziksel savaşım





Arı akarı savaşımında yüksek sıcaklık koşullarının öldürücü etkisinden yararlanmak

suretiyle arılardaki akar populasyonunu düşürmüştür. Ancak bu metot, uygulama

sırasında arıların yumak teşkil etmeleri ve güçlükle yapılması nedeni ile terk edilmiştir.

Biyolojik savaşım





Erkek yavru gözlerinin bulunduğu petekleri kovana yerleştirilmesi ve bu gözlerin

kapatılmasından sonra bunların çıkartılarak akarların öldürülmesi ile de biyolojik

mücadele yapılmaktadır. Bulaşık petekler yakılır veya temizlenip eritilerek tekrar

balmumu elde edilir.

Kimyasal savaşım





Kimyasal savaşım, akarisit veya akarisit etkisi olan insektisitlerle yapılmaktadır.

Kimyasal ilaçlamanın kolay olması ve hızlı sonuç alınması nedeniyle arıcıların ilk

tercihi haline gelmiştir (Abed ve Ducos 1993).





Arı akarının gelişme dönemlerinin önemli bir bölümünün kapalı gözler içindeki arı

larva ve pupaları üzerinde tamamlanması ilaçları bunlara karşı etkisiz kılmaktadır.

Bugün sistemik ilaçlar hariç, solunum, mide ve kontakt (değme) etkili ilaçların hiçbirisi

kapalı yavru gözlerinin içindeki akarı gelişme formlarını öldürebilme özelliğine sahip

değildir. Bu durum, zararlı ile savaşımı güçleştirmektedir.

Kolonide en uygun ilaç zamanı erken ilkbahar ve geç sonbahar ayları olmaktadır. Bu

dönemlerde kolonideki arı larvalarının geliştiği kapalı yavru gözü sayısı az olduğu için

arı akarının ilacın etkisinden korunması mümkün değildir. Aynı zamanda kovandaki bal

miktarı da minimum seviyede bulunduğundan balda ilaç kalıntısı problemi de

olmamaktadır.





Akara karşı kullanılacak ilaçların arılar üzerinde olumsuz etkisi olmamalıdır.

Uygulamalar, kullanılan kimyasal maddenin özelliğine, arılar üzerindeki etki şekline ve

kapalı gözler içindeki bulaşma oranına göre bir kaç defa tekrarlanmalıdır.





İlaç uygulaması, hava sıcaklığının 14ºC' den fazla olduğu günlerde, bütün arıların

akşam üzeri kovana dönmelerinden sonra veya güneş battıktan sonra günün geç

saatlerinde yapılmalıdır.



Dünyada ve Türkiye' de arı akarına karşı en yaygın olarak kullanılan preparatlar,

bileşimleri, uygulama yöntemleri ve etki düzeyleri aşağıda açıklanmıştır.

1) Gaz halinde kullanılan ilaçlar





Gaz halinde kullanılan ilaçlar 7 alt bölümde toplanmıştır





a- İnorganik bileşikler





Bu grupta en çok kullanılan aktif madde kükürttür.





b- Buharlaşan katı maddeler:





Naftalin: Aktif maddesi paradichlorobenzenedir.

c- Buharlaşan sıvı maddeler





En önemli aktif maddesi Formik asittir.

d- Bitkisel maddeler





Akarisit özelliğe sahip yaklaşık 8-10 adet kadar olan bitkisel maddeler doğrudan veya

birbirleriyle değişik oranda karıştırılarak kullanılmakta hatta bazen granül veya

emülsiyon ilaçlarla birlikte körük içinde yakılarak tütsü şeklinde kovana verilmektedir.





e- Yakılan tabletler





Phenothiazine: Varroasin ve ZKR 15 Phenothiazine’den elde edilen iki ilaçtır.





Apivarol: Amitraz etken maddeli bir savaşım ilacıdır.



Warroset: Aktif maddesi Malathion olan bir Varroa ilacıdır.





f- Yanıcı toz ilaçlar





Varostan: Aktif maddesi Methylquinoxiline dithiol cyclic carbonate' dir.





g- Fümigant şeritler





Varroset: Ülkemizde Arı Farma İlaç Sanayi Şirketi tarafından geliştirilmiştir. Varroset,

1999 yılında ruhsat almış, 400mg Amitraz aktif maddesi içeren rulo şeklinde bir

peraparattır. Bir karton kutuda 3 adet fumigant körük bulunmaktadır. Bir fumigant rulo,

boş bir körükte yakılarak 15 kovan 3 dakikada ilaçlanmaktadır. Varroset raf ömrünü

uzatmak ve Amitraz’ın erken parçalanmasını önlemek için imalat esnasında, özel bir

stabilizatör kullanılmaktadır. Bu şekilde ilacın etki oranı %98’ e yükseltilmektedir

(Tutkun ve Boşgelmez 2003).





Varroa ölümlerinin ortaya çıkması için 21 mg aktif madde/ kovan dozunun altında

amitraz dumanlarının kovanda bulunması, parazitin hareketinin azalmasına neden olur

fakat ölüm meydana getirmez. Kovanda 21 mg’dan daha yüksek Amitraz aktif

maddesinin bulunması, arı ölümlerine hatta ana arının ölmesine sebep olmaktadır

(Anonymous 1999).





Mibex, Chlorofenzol, Danikoroper (Malathion), Folbex VA, Varrescens, Varamit,

Vamitrat-VA, Rulamit-VA da etken maddesi Amitraz olan fümigant şeritli

ilaçlardandır. Ayrıca Fumilat, Apistan, Varroacid-set, Forzam da bu grupta yer alan

ilaçlardandır.



2) Sıvı halde püskürtülen ilaçlar





Oksolik asit, Apitol, Tactic sıvı halde püskürtülen ilaçlardır.





3) Toz ilaçlar





Sineacar: Kovanda uzun süre kalarak solunum, mide ve temas yolu ile Varroa' ya etkili

olmaktadır.

Thymol: Thymol, 1-metil 3 -oksi 4-izopropil benzen' dir.



Malathion: Varation-TKV da malathion aktif maddeli bir ilaçtır.





4) Sistemik organik bileşikler





Sistemik ilaçlarla belirli dozda hazırlanan akarisit, arılı petekler üzerine damlatılır.

Arılar bunu ağız yoluyla alır. Koloni bireyleri arasındaki besin değişimi esnasında ilaç

önce arıların bal midesine geçer. Daha sonra sindirim sistemine yayılan aktif madde,

buradan absorbsiyon yoluyla dolaşım sistemine geçer. Böylece hemolimf (kan sıvısı)

karışan etken madde, arı üzerinde emgi yapan akarlara karşı toksik etki gösterir.

K-79, Perizin sistemik organik bileşikli ilaçlardır.





5) Spesifik akarisitler





Dicofol ve Tedion Varroa' ya karşı uygun spesifik akarisitlerdir.





6) Sentetik pyretroid' ler

Meothrin ve Fluvalinate varroa’ya karşı kullanılan sentetik pyretroidli aktif maddelerdir.

4.2. Amitraz Analiz Sonuçlarının Değerlendirilmesi





Bal örneklerinin HPLC yöntemi ile analiz edilmesi amacıyla önce standardı ile ilgili

çalışmalar ve daha sonrada ekstraksiyonları yapılarak Amitraz kalıntısı içerip

içermediklerine bakılmıştır. Yapılan analiz sonuçlarından 40 örneğin 8’ i kontrol olarak

bırakılmış, diğer 32 örneğin 6’ sında Amitraz kalıntısı saptanmıştır. Diğer bir ifade ile

incelen bal örneklerinin % 15‘ inde kalıntı saptanmıştır. Kalıntı görülmeyen örneklere

ilişkin HPLC kromatogramları Ek 1’ de verilmiştir (Şekil 1.-26.).

4.2.4. Balda amitraz kalıntısı ile ilgili analizler







Balda analiz çalışmaları A.Ü. Bilim ve Teknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezin

(BİTAUM)‘ de yapılmış, materyal ve yöntem bölümünde özellikleri verilen HPLC’ de

okumaları yapılmıştır. İlaçlı örnekler analize alınmadan önce kontrol amaçlı

ilaçlanmamış 8 örnek analize tabi tutulmuş ve sonuçta kontrollerde pestisit kalıntısına

rastlanılmamıştır.





Kontrollere ait kromatogramlar şekil 4.19.-4.26.’ de görülmektedir. Buna göre

kromatogramlarda yalnızca mobil faz (%80 asetonitril %20 su) pikinin gözlendiği

görülmektedir.

Alınan ilaçlı örneklerin (32 adet) ekstraksiyon ve analiz sonuçlarında ise sadece 6

örnekte ilaç kalıntısı saptanmıştır. Bu durum şekil 4.27.- 4.32. ’deki kromatogramlarda

gösterilmiştir.





3 no’ lu ilaçlı bal örneğinin kromatogramında 10,055 dak’ da kalıntı piki görülmektedir.

Pik alanı ise 1537245 olarak bulunmuştur (Şekil 4.27.). Amitrazın çizelge 4.1.' deki

standart değerleri ile karşılaştırıldığında bu değerin 4-6 ppm arasında bulunduğu dikkati

çekmektedir.

4 no’ lu ilaçlı bal örneğinin kromatogramında 10,120 dak’ da kalıntı piki görülmektedir.

Pik alanı ise 74900 olarak bulunmuştur (Şekil 4.28.). Amitrazın çizelge 4.1.' deki

standart değerleri ile karşılaştırıldığında bu değerin 1-0,5 ppm arasında bulunduğu

gözlenmektedir.

5. TARTIŞMA





Pestisitlerin üreticiler tarafından daha fazla ve kaliteli ürün elde etmek amacıyla gelişi

güzel kullanımı özellikle kalıntı ve dayanıklılık gibi pek çok sorunu beraberinde

getirmektedir. Dünyada pestisit kalıntılarını tespit eden çalışmalar 1940’ lı yıllarda

başlamıştır. Pestisit çalışmalarında ilk olarak tolerans değerlerinin tespit edilmesi ve

tespit edilen tolerans değerlerine göre son ilaçlama ile hasat arasındaki sürenin

belirlenmesi çalışmaları yapılmıştır (Dormal ve Çakıllar 1960). Ülkemizde ise pestisit

kalıntı çalışmaları 1959 yılında Ankara Zirai Mücadele İlaç ve Aletleri Enstitüsü Kalıntı

Analiz Laboratuarının kurulmasıyla başlamış, ilk eser hexachlorbenzenle ilaçlanmış

tohumluk buğdaylarda kalıntı analizi için metot tespitine yönelik bir çalışmadır (Otacı

ve Güvener 1959).

Ülkemizde pestisit kalıntıları üzerine günümüze kadar bir çok çalışma yapılmıştır

(Durmuşoğlu ve Çelik 2001). Pestisit kalıntıları üzerine yapılan çalışmalardan bazıları

şöyle sıralanabilir. Metil bromid ile fümige edilen antep fıstıklarında yapılan kalıntı

analizileri sonucu kalıntı miktarının Amerika Birleşik Devletleri tolerans değerlerini

aşmadığı saptanmıştır (Kaya 1960). Marmara Bölgesinde birçok meyve ve sebzede

pestisit kalıntıları araştırılmıştır. Araştırmada incelenen örneklerin %83’ ünde çeşitli ilaç

kalıntılarına rastlanılmıştır. Örneklerin %4’ ünde, %10-16 arasında değişen miktarlarda

tolerans üstü kalıntı bulunmuştur. Kalıntı tespit edilen etken maddelerden bazıları

DDT, Endosülfan, Parathion, Lindane ve Aldirindir (Yiğit 1977). 1994-1996 yılları

arasında seralarda yetiştirilen domates ve hıyarlarda kullanılan dithiocarbomatlı ilaç

kalıntıları belirlenmiş ve yapılan analizler sonucu kalıntı değerleri; domateslerde

tolerans değerinin altında çıkarken, hıyarda tolerans değerinin altında çıkması için 7 gün

bekleme süresinin geçmesi gerektiği belirtilmiştir. Araştırıcılar ilaç kalıntısından çok

ilacın metabolitlerinin risk oluşturacağını belirtmişlerdir (Şener 1998). İzmir’ in

Kemalpaşa ilçesinde yetiştirilen kirazlar üzerinde yapılan çalışmada 18 kiraz örneğinde

organik fosforlu ilaç kalıntısı araştırılmıştır. Bu örneklerin 7 tanesinde farklı miktarlarda

kalıntı tespit edilmiştir. Bunlardan 3 kiraz örneğinde Phosalone kalıntısı ve 1 örnekte de

Malathion kalıntı miktarı tolerans değerinin üzerinde bulunmuştur (Çelik 2001).

Bursa’ nın Mustafakemalpaşa ilçesinde yetiştirilen sanayi domateslerinden alınan

örneklerde bazı organikfosforlu insektisitlerin kalıntısıyla ilgili bir çalışmada; hasat

döneminin başında toplanan 15 örneğin 6’ sında ve hasat döneminin sonlarına doğru

alınan 15 örneğin 4’ünde tolerans değerinin altında Dichlorvos kalıntısına rastlanmış,

ancak sadece 1 örnekte bulunan Parathion-methyl kalıntısı toleransın yaklaşık 3 katı

üzerinde bulunmuştur (Güncan 2003). Ülkemizde kalıntı çalışmaları sebze, meyve ve

işlenmiş ürünlerde yoğunlaşmıştır. Ballarda ise bu konu ile ilgili yapılmış çok az

çalışma vardır (Bulakeri ve Tufan 1986, Güvener et al. 1992, Selçukoğlu 1999,

Kolankaya et al. 2001b ).





Dünya arıcılığında ilaç kullanımı ve beraberinde getirdiği kalıntı sorunu ile ilgili çok

sayıda çalışma bulunmaktadır (Cavvallora 1989, Imdorf et al. 1995, Fernandez ve

Lozano 1993, Berzas et al. 1991).

Amitraz, Bromoprophylate, Coumaphos ve Fluvanilate’ in ballarda kalıntısı gaz

kromotografik ve spectrofotometrik yöntemlerle belirlenerek kalıntı değerlerinin 1-40

ppb/kg arasında değiştiği ifade edilmektedir (Fernandez ve Lozano 1993). İspanya’da,

amitraz’ ın ballarda ciddi boyutlarda kalıntı içerdiği spektofotometrik yöntemlerle

belirlenmiştir (Berzas et al. 1991). Bizim çalışmamızda ballardaki kalıntı HPLC

yöntemiyle araştırılmış ve 32 ilaçlı bal örneğinin 6' sında kalıntı saptanmıştır. Yani

incelenen ilaçlı bal örneklerinin % 15' inde kalıntı farklı oranlarda bulunmuştur. Bu

sonuçlar yukarıdaki araştırıcıların elde ettiği kalıntı oranından daha yüksektir.





Almanya’da 320 adet bal örneği üzerinde amitraz kalıntısı yönünden incelenmiş ve

yapılan analizler sonucunda % 8,5’ inin amitraz içerdiği saptanmıştır

(Hammerling 1991).



Belçika’da Fulvalinate ile ilaçlanan kovanlardan alınan 215 bal örneğinden sadece

1’ inde çok düşük düzeyde kalıntı belirlenmiştir (Greef et al. 1994). Atienza et al.

(1993) Fulvalinate kalıntısının belirlenmesinde HPLC yönteminin diğer yöntemlerden

(ince tabaka kromotografi ve gaz kromotografi yöntemi) daha etkin ve kolay sonuca

ulaşılan bir yöntem olduğunu vurgulamaktadır. Oysa bizim geri kazanım sonuçlarından

elde ettiğimiz değer %56, 71' dir. Kolankaya et al. (2001b) Ankara yöresinden

incelediği bal örneklerinde Amitraz, Perizin ve Malathion kalıntılarını belirlemek

amacıyla GC yöntemi uygulamıştır. Sonuçta hiçbir bal örneğinde bu yöntemle Amitraz

kalıntısı saptayamamıştır. Bu durumda Amitraz kalıntısının saptanması açısından

HPLC' nin GC' ye göre daha uygun bir yöntem olduğu görülmektedir. İtalya’ da

varroaya karşı denenen ilaçlar arasında yer alan Amitraz’ ın bal ve balmumunda kalıntı

problemi araştırılmış, ilaçlamayı takip eden hasat dönemlerinde önemli oranda kalıntı

saptanmıştır (Lodesani et al. 1992). Çalışmamızda incelen bal örneklerinin (Çizelge

4.1.) birinde TGK' ye göre 26,75 kat Amerikaya göre ise 5,5 kat kalıntı saptanmıştır.



Hollanda' da arı kovanlarının sistemik ve diğer akarisitlerle varroa’ ya karşı

ilaçlandıkları belirtilerek bu zararlının kimyasal savaşımında karşılaşılan en önemli

sorunlar arasında bal ve diğer arı ürünlerindeki kalıntı sorunu ile akarisitler ve diğer

kimyasallar arasında oluşan sinerjistik etki problemi olduğu vurgulanmaktadır (Ruijter

ve Matheson 1994). Ülkemizde ise Fıratlı et al. (2000) gerek iç piyasada, gerekse dış

satımda bal ve bal ürünlerinin pazarlanmasında ciddi sorunlar yaşandığını ortaya

koymuşlardır. Türkiye ballarının kalıntı içerdiği, standartlara uymadığı gibi gerekçelerle

iade edildiklerini, hatta AB (Avrupa Birliği)’ nin Türkiye’ den bal dışalımı 1999 yılı

için askıya aldığını belirtmişlerdir.Ayrıca bu sorun yakın zamanda yazılı ve görsel

basında da yer almıştır (Anonymous 2003). Bizim sonuçlarımızda bu durumu

yansıtmaktadır.





Ülkemizde gıdalarda yapılan pestisit kalıntı çalışmalarında pek çok gıda ürünü

kullanılmış, fakat insan sağlığı açısından çok önemli besin kaynağı olan ve ihraç edilen

ürünlerimiz arasında da yer alan ballar üzerinde çok fazla çalışma yapılmamıştır.

1982-1984 yıllarında Marmaris-Fethiye yörelerinden toplanan 134 bal örneğinde

pestisit kalıntıları araştırılmış ve 27 adet bal örneğinde Malaoxone bulunmuştur

(Bulakeri ve Tufan 1986). Amitraz ve Malathion ile ilaçlanmış ballarda belirtilen

kimyasalların kalıntıları 1980-1986 yılları arasında belirlenmeye çalışılmıştır. İlaçlama

yapılan kovanlarda Amitraz analizlerinden bir sonuç alınamamış, Malathion kalıntısına

rastlanmış ancak tolerans seviyesinin altında bulunmuştur (Güvener et al. 1992).

Çukurova’da yaygın şekilde kullanılan Amitraz ve Fluvalinate kalıntısı bakımından

135 bal örneği incelenmiş; hiçbirinde Fluvalinate kalıntısına rastlanmamış, 25 örnekte

Amitraz kalıntısı bulunmuş ancak örneklerin % 72’ sinde kalıntı düzeyinin 3,1-12 ppm

arasında olduğu gözlenmiştir (Selçukoğlu 1999). Yine bu çalışmalardaki bulgularda

bizim sonuçlarımızla uygunluk göstermektedir.





Ülkemiz ekonomisinde önemli yere sahip olan arı ve arıcılıkta verimi sınırlayan

faktörler arasında, hastalık ve zararlılar ön sırada yer almaktadır (Öncüer ve Benlioğlu

1998). Kimyasal ilaçlama, uygulamalarının kolay olması ve hızlı sonuç alınması nedeni

ile arıcıların ilk tercihi haline gelmiştir. Varroa’ nın savaşımında farklı zamanlarda ve

farklı ülkelerde çok sayıda kimyasal madde denenmiştir. Bunlar arasında en etkili

olanları Malathion (%99), Amitraz (%98), Bromoprophylate (%98), Coumaphos

(%96), Fluvanilate (%98-100), Flumethrin (%99,8-99,9), Formik asit (%96,8), Thymol

(%96), Bitkisel yağlar (%97) sayılabilir (Abed ve Ducos 1993, Kolankaya et al. 2001a).

Aydın et al. (2003) Güney Marmara Bölgesinde 2002 Mart ayında yapmış oldukları

ankette arıcılara zarar veren en önemli zararlının varroa (%58) olduğunu belirtmişlerdir.

Varroa’nın tedavisinde de en çok kullanılan aktif madde Amitraz ( %53) olurken en az

kullanılan aktif maddenin (%4) ise Formik asit olduğunu tespit etmişlerdir. Bu sonuçlar

şekil 5.1. ve şekil 5.2’ de gösterilmiştir. Kullanılan ilaçlar ana arının yumurtlaması

üzerine olumsuz etki ederken, aşırı ilaçlama da arıları olumsuz etkilemektedir (Kayral

1993). Arıcılıkta kullanılan bu ilaçlar bal, arı sütü, balmumu gibi ürünlerde kalıntı

sorununa yol açmaktadır (Er 1994, Kubik et al. 1995).

0%

10%

20%

30%

40%

50%

60%

70%

Varroa Yavru

Çürüklüğü

Kireç

Hastalığı

Zirai

ilaçlama

Nosema Hırsızlık Acemilik Rutubet



Şekil 5.1. Arıcılığı sınırlayan zararlı, hastalık ve diğer etkenler (Aydın et al. 2003)

Şekil 5.1. Arıcılığı sınırlayan zararlı, hastalık ve diğer etkenler (Aydın et al. 2003)



Coumaphos

13%

Fluvalinat

30%

Amitraz

53%

Formik Asit

4%



Şekil 5.2. Arıcılar tarafından varroa’ya karşı kullanılan ilaçların kullanım oranları

(Aydın et al. 2003)

Bütün bu çalışmalardan ve bizim yaptığımız araştırma sonuçlarına göre ilaçların

olumsuz yan etkilerini azaltmak için mutlaka ilaç doğru zamanda ve tekniğine uygun

olarak kullanılmalıdır. Amitraz uygulanmasını takiben ballar 4 hafta süreyle hasat

edilmemelidir. Bu şekilde kullanılmayan ilaçlar balda kalıntı sorununa sebep olmaktadır

(Stoeppoler et al. 1986, Neri et al. 1992). İlaçlar memelilerin yağ dokuslarında ve

karaciğerinde birikim yaparak sonuçta kronik zehirlenmelerine yol açmaktadır (Garcia

et al. 1996), bu nedenle kalıcı olmayan ve yağ dokusunda birikim yapmayan

varrositlerin en iyi bilinen örneklerinden olan Amitraz yetiştiriciler tarafından tercih

edilmektedir. Amitraz balda kalıcı değildir ve 3-4 hafta içerisinde tamamen

metabolitlerine ayrışmaktadır. Amitraz bal mumunda da kalıcı değildir, aksine balmumu

amitrazın degredasyonunu hızlandırıcı etkiye sahiptir. Ancak oluşan metabolit yani 2.4

Dimethlanilin’ in balmumunda ölçülebilir ve Amitrazdan daha toksik olduğu göz ardı

edilmemelidir (Taccheo 1988, Jan ve Cerne 1993, Jimenez et al. 1997, Kolankaya et

al. 2001b). Yaptığımız çalışmada Amitraz’ lı bal örneklerinin çoğunda Amitraz

kalıntısının ölçülebilir düzeyde saptanamamasının bir nedeninin de Amitrazın kolay

parçalanma özelliği olabileceğini düşünmekteyiz. Bu nedenle Amitraz analizlerinde

sadece etkili madde değil, metabolitlerininde kolayca saptanabileceği yöntemlerin

geliştirilmesine ihtiyaç vardır.

Bu çalışmada Ankara ili ve çevresinden toplanan bal örneklerinde ilaç kalıntısı

araştırılmıştır. Bu amaçla Ankara’nın Polatlı, Ayaş ve Kızılcahamam ilçelerinden 40

örnek alınmış ve bunun 32' si Amitraz terkipli preparatla uygulama dozunda ilaçlanmış

ve 8 örnek ilaçlanmamıştır. Bu tarihten yaklaşık 15 gün sonra bal örnekleri ekstraksiyon

işleminden sonra analize tabi tutulmuştur. Analiz sonuçlarına göre 32 örneğin 6' sında

yüzde olarak ifade edilecek olursa %15 oranında ilaç kalıntısı saptanmıştır. Bu

örneklerin iki tanesi (3, 6 no’ lu örnekler) Türk Gıda Kodeksi’nin (Çizelge 4.2.)

Amitraz için belirlenen maksimum kalıntı limitinin ve Amerika Kimya Birliğinin

hazırlamış olduğu kalıntı limitlerinin üzerine çıkmıştır. Bazı örnekler (4, 5, 11 no’lu)

Türkiye limitlerini aşarken Amerika’nın limitlerini aşmamıştır. Bir örneğimizde elde

edilen kalıntı miktarı ise Türk Gıda Kodeksi’ nin kalıntı limit sınırının üstünde olup

Amerika Kimya Birliğinin limitine yaklaşmıştır.



Sonuç olarak ele alınan örneklerin % 15' inde kalıntı söz konusudur. Ancak denemeye

alınan sınırlı sayıda ki 40 bal örneğinin sonuçlarına bakılarak kalıntı sorununun

boyutlarını tam olarak yansıtmak ve kesin yargıda bulunmak güçtür. Çünkü Amitraz’ın

kullanımını izleyen aylar özellikle Orta Anadolu koşullarında çok sıcaktır. Bu durumda

ilacın parçalanmasını hızlandıracaktır. Amitraz’ın yukarıda da belirtildiği gibi

metabolitlerine hızlı bir şekilde ayrışması, kalıntı oranın nispeten düşük olmasının bir

nedenidir. Bu bağlamda Amitraz’ın ve metabolitlerinin belirlenme güçlüğünün bu

konudaki riskleride arttırdığı göz ardı edilmemelidir. Bundan sonra yapılacak

çalışmalarda kalıntı analizinin yanında mutlak olarak parçalanma ürünü olan

metabolitlerin belirlenmesine ağırlık verilmesi yararlı olacaktır.









11 Aralık 2013 Çarşamba

                                 PROPOLİS NEDİR ?
Propolis işçi bal arılarının ağaç ve çalılarının yaprak tomurcuğu, gövde yaraları gibi büyüyerek yenilenen kısımlarından topladıkları sarı, yeşil ve kahverengi reçinemsi bir maddedir. Arılar propolisi arka bacaklarında bulunan polen sepetlerinde depo ederler ve koloniye taşırlar. Kovanda balmumu ile karıştırarak, larva yuvalarının cilalanması ve sterilize edilmesi için bal arıları tarafından kovanda kullanılır. Propolisin antibakteriyel ve antifungal etkileri koloniyi hastalıklara karşı korur.
Propolis’in ticari olarak arıcılar tarafından toplaması ise tahta kovan bölmelerinden ya da toplama tuzakları ile olmaktadır. Ham ürün, doğal sağlık ürünlerinde (pastil, tinktür, merhem, içecek, vb. ) balmumu ve diğer malzemelerin uzaklaştırılması ile ikincil bir işleme tabii tutulur.

Propolis kovanı iki şekilde korur. Birincisi, kovanı güçlendirir, ikincisi ise kovanı bakteri ve virüs enfeksiyonlarına karşı korur. Bu özelliklerine ek olarak diğer özellikleri sayesinde propolis yüzyıllardır insanoğlu tarafından kullanılmaktadır.
PROPOLİS'İN TARİHÇESİ
Propolis insanoğlu tarafından binlerce yıldır kullanılmaktadır. Günümüzde ise artan bir popülerlik kazanmıştır. Arılar propolisi milyonlarca, insanlarsa binlerce yıldır kullanmaktadır.
Arılar ve insanoğlu propolisi yararlı ve faydalı bulmaktadır. İnsanlık için bu reçinemsi yapının keşfedilen yararları henüz çok az kalmaktadır.

Propolis geçmiş dönemlerden beri çeşitli amaçlarda özellikle tıpta kullanılmaktadır.
Eski yunan yazıtları bu maddeyi iltihaplanan yaralar ve çürükler için kür olarak tanımlarken Roma’da yara üzerine konulan lapa benzeri karışımın yapımında pratisyenler tarafından kullanılmaktadır. İbranice eski vasiyetnamelerde tzori olarak geçmektedir ve terapetik özellikleri ile anılmaktadır.
Avrupa’daki 12 yy kayıtları propolisin medikal preparatlarının ağız ve yara enfeksiyonlarının tedavisi ve diş sağlığı için kullanımından bahseder.

KOMPOZİSYONU
Propolis içerisinde şu ana kadar 180 farklı bileşik tanımlanmıştır.

Propolis ortalama olarak, % 55 oranında reçineli bileşikleri ve balsamları, % 30 oranında balmumu, % 10 oranında aromatik yağları ve % 5 oranında arı poleni içermektedir. Kalan % 5’lik kısmında ise, flavanoidler aminoasitler, B vitamini ve en önemli olarak tanımlayabileceğimiz antibiyotik içeriği bulunmaktadır.

Propolis içerisindeki farmakolojik olarak etkili en önemli bileşikler flavanoid grubu (flavonlar, flavanollar ve flavanonlar), çeşitli fenolik ve aromatiklerdir.

Propolis içerinde galangin, kaemferol, quercetin, pinosembrin, pinosambrin ve pinobanksin olmak üzere 38 flavanoid tanımlanmıştır. Diğer fenolikler arasında sinnamik alkol, sinnamik asit, benzil alkol, benzoik asit, kafeik asit ve fenilik asit bulunmaktadır.

Propolisin kimyasal yapısı bal arılarının ziyaret ettiği bitki çeşidine göre yüksek çeşitlilik göstermektedir.

PROPOLİS'İN TIPTA KULLANIMI
Antibiotic aktivite :
Gram positive bacteriae (Bacillus brevis, B.polymyxa, B.pumilus, B. sphaericus, B. subtilis, Cellulomonas fimi, Nocardia globerula, Leuconostoc mesenteroides, Leuconostoc mesenteroides, Staphylococcus aureus ve Streptococcus faecalis) Gram negatives (Aerobacter aerogenes, Alcaligenes sp., Bordetella bronchiseptica, Escherichia coli, Proteus vulgaris, Pseudomonas aeruginosa ve Serratia marcescens).
Staphylococcus aureus ve Sptreptococcus mutans. (flavonoids galangine ve pinocembrine)

Antioksidan aktivite :
Arthritis, Romatizma, Artrosis

Anti-fungal aktivite :
(cynamic acid ve flavonoid crisina).

Anestetik etki :
Kokainden 3-5 kez daha kuvvetli anestetik etki nedeniyle diş hekimliğinde kullanma (Ghisalberti 1979)

Antiprotozoan etki :
Trichomomas vaginalis (Scheller et.al., 1977). Giardia lamblia, (Towers et. al., 1990).
Antiviral aktivite :
erpes simplex tip 1 ve 2, adeno virus, corona virus, ve rota virus.,
Antikanser :
Propolisin yapısındaki cynamic asit ve terpenoidler sitotoksik activiteye sahiptir ve propolis intestin, böbrek, meme, burun ve pharynx kanserinde başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.
Dermatoloji ve Kozmetikte:
Antibakteriyel, antifungal ve Doku yenileyici

PROPOLİS'İN FAYDALARI
Propolisin güçlü antimikrobiyal aktivitesinden dolayı, propolis doğal antibiyotik olarak bilinir.
Yapılan birçok sayıda araştırma da propolisn yüksek antimikrobiyal olduğunu göstermiştir.
Propolisin MRSA da dahil olmak üzere 21 tür bakteri üzerinde, 9 tür mantar üzerinde, Giardia’nın da dahil olduğu 3 protozoa türü üzerinde ve Herpes ve Influenza’nın da dahil olduğu geniş yelpazeli virüsler üzerinde inhibitör etkisi bulunmuştur.

Bunların dışında ayrıca propolisin geniş ölçüde tedavi edici özellikleri vardır. Bu özellikler arasında antikanser etki, antioksidan etkis, yara kapama ve doku tamir etkileri, sindirim sistemi etkileri, deri enfeksiyonları etkisi, anti,-inflamatory etki, anastezik etki, bağışıklık sistemi etkileri, kalp-damar sistemi etkileri ve diş sağlığı etkisidir.

Propolis içerisindeki flavanoid seviyesinin yüksek olmasından dolayı, bu ürün insanlarda oksijen radikallerine karşı yakalayıcı olarak görev görür. Ayrıca ilginç olarak vitamin C’nin okside olarak zarar görmesini engeller.

Klinik çalışmalar propolisn bronşit ve benzeri rahatsızlıkların, influenza ve herpes, deri mantarları, diş ve diş eti rahatsızlıklarında, ülser, yanık ve abselerde, kulak enfeksiyonlarında, giardi ve kolitde, vajinal ve servikal rahatsızlıklarda etkili olduğunu göstermiştir.

Propolis ve propolisli ürünlerin kontaminasyon ve kısa raf ömürlülüğü gibi problemleri olmamaktadır. Bu durum propolisin antioksidan ve antimikrobiyal özelliklerinden dolayıdır. Ayrıca ham propolis kurşun kontaminasyonu için rutin olarak test edilmelidir.
TİCARİ OLARAK KULLANIMI
Ham propolis arıcılar tarafından toplandıktan sonra, kullanılabilir ekstraktlar haline getirilir.
Propolis piyasada şu formlarda sunularak, satılmaktadır:
1. Sıvı/ekstrakt/tinktur: en yüksek tedavi edici formdur. Kansere karşı koruyucu olarak bile. Su içerisine birkaç damla damlatılarak kullanılabilir.

2. Tablet: Propolis tek başına ya da polen ve arı sütü karıştırılarak hazırlanan tabletler besleyici olarak kullanılabilir.

3. Sağlık, kozmetik ve besin ürünlerine ek olarak:

· Şekerler-sakızlar:Propolis bu ürünlerde tadlandırıcı veya ağız enfeksiyonlarına karşı kullanılabilir.
· Boğaz pastil ve damlaları: hızlı ve etkili çözüm sağlar.
· Burun spreyi, burun damlası ve boğaz spreyi
· Diş macunu: enfeksiyonlara, diş abselerine, çürüklere, ağız kokusuna, diş beyazlatılmasına yardımcı olur.
· Cilt ve kozmetik kremleri, balzamları: cilt sağlığı ve koruması için kullanılır. Ayrıca bu ürünler kesik, abse, yara ve yanıklara uygulanır.
· Şampuan: koruma ve kepeğe karşı.
· Sabun: güçlü koruma
.Ballı karışımlar….

İnsanlar Üzerindeki Klinik Etkiler:
Klinik deneylerde, propolisin tedavi edici etkisinin genellikle mikrobiyal kontaminasyonlardan kaynaklanan hastalıklarda verimli olduğu belirlenmiştir.

Solunum Enfeksiyonları
Bronşit şikayeti olan 260 çelik işçisine 24 gün boyunca, bağışıklık sisteminin lokal ve sistematik düzenlenmesi gibi çeşitli metotlar ve propolis etanol ekstraktının fizyolojik tuz çözeltisi lokal olarak uygulanmıştır. En iyi sonuçlar, propolis tabletleriyle birlikte alınan etanol ekstraktı ile elde edilmiştir.
Propolis ayrıca, faranjit, kronik bronşit, rhinopharyngolaryngitis, pharyngolaryngitis, nezle ve burun iltihabı gibi diğer otorhinolaryngologic rahatsızlıklarda da pozitif etki göstermiştir.

Viral Enfeksiyonlar
Klinik deneyler, insanlarda grip rahatsızlığına karşı koruyucu etki gösterdiğini ortaya koymuştur. Soğuk algınlığında, propolis kullanan hastalar 3 günde tamamen iyileşirken, propolis kullanmayan hastalarda bu sürenin 5 güne çıktığı görülmüştür.
Deri hastalıkları geçiren hastalardaki klinik deneylerde, propolis kreminin uçuk tip 1 ve uçuk Zona Zoster virüslerine karşı belirgin tedavi edici özellikte olduğu gözlenmiştir. Propolis kremi yara ve acının süresini azaltmış, ayrıca, yara nöbetleri arasındaki süreyi de azaltmıştır.

Deri Enfeksiyonları
Propolisin eter veya alkol ekstraktının (% 1–10) klinik uygulamalarında 10 yüzeysel mantara ve 9 derinde yetişen mantara karşı etkili sonuçlar elde edilmiştir. 160 sedef hastasına 3 ay boyunca, günde 3 kez 0,3 g propolis verilmiş ve üçte birinin iyileştiği ya da tamamen kaybolduğu bulunmuştur.
110 mantar hastasına % 50’lik propolis merhem olarak uygulanmış ve hastaların 97’sinde mükemmel sonuçlar ortaya çıktığı gözlenmiştir.

Diş Uygulamaları
Propolisin plak oluşumu ve dişeti iltihabı üzerindeki etkilerini incelemek üzere 60 öğrenci gruplara ayrılmıştır. Sonuçlar, propolisin oral hijyeni sağlamada yardımsı uygulama olarak faydalı olduğunu göstermiştir.
Klinik çalışmalar, propolis ağız yıkama çözeltisinin (1:5 su ile seyreltilmiş) diş eti kanaması ve periodontal rahatsızlıklarda önemli gelişme sağladığını göstermiştir. Hastalar, plak oluşumu ve dişeti ağrısı açısından değerlendirilmiştir.
Bir klinik çalışmada, propolis ve çinko oksitle hazırlanan dolgu, 150 hastanın diş oyuklarına indirekt olarak, 50 hastaya ise direkt olarak kaplanmıştır. Sonuçlar, propolisle hazırlanan dolgunun çinko eugenat ile aynı etkiyi gösterdiği ve kalsiyum hidroksit bazlı dolgulardan daha iyi iyileştirici etki gösterdiği ortaya konmuştur.
Propolisin, diş eti kanaması ve oral mukoza üzerindeki etkilerini incelemek üzere yapılan klinik çalışmada ise, yara izi kalması açısından daha olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Bir diğer çalışmada ise diş eti iltihaplanmasında da benzer sonuçlar elde edilmiştir. Propolisin kemik yenilenmesi ve anestezik etkilerinden dolayı kanal tedavisinde kullanılması tavsiye edilmiştir.
Yara Tedavisi ve Doku Yenilenmesi
23–98 yaş arası tipik açık yarası bulunan 64 hastaya propolis içeren merhemler uygulandı. Yaralı bölgeye hergün propolis içeren merhem uygulandı, ayrıca yara çevresine antibiyotik merhemler sürüldü. Bu uygulama 4–12 hafta sonunda sonlandırıldı. Tedavi sonucunda 19 hastada hiçbir klinik gelişme gözlenmedi, diğer hastalarda ise önemli gelişmeler gözlendi.
Propolis, yaraları enfekte olmuş hastalara uygulandığında, iyileşme sürelerinin arttığı ve aynı zamanda enfeksiyonun azaldığı gözlenmiştir. was used in a trial of hospital patients with infected wounds. Yara bölgesindeki bakterilerin yarısının 4 günde ortadan kaldırılmıştır.

Propolisin yaralar ve yanıklar üzerindeki etkileriyle ilgili çalışmalar sonucunda, kontrol denekleriyle karşılaştırıldığında, iyileşme hızının % 80 attığı gözlenmiştir.

Yanık, temiz yara ve enfekte olmuş yarası olan 229 hastaya % 2 ve % 8 propolis içeren krem uygulanmıştır. Hastaların % 18 inde yüksek konsantrasyon 9. günde etki gösterirken, düşük konsantrasyonda propolis içeren krem % 1.8 inde 16. günde etki göstermiştir. Yara ve yanıklara uygulanan düşük konsantrasyonlu krem ortalama 11 günde, iltihaplı yaralara 11 günde, enfekte olmuş yaraların % 67 sine ise ortalama 38 günde iyileştirici etki göstermiştir.


Kulak Enfeksiyonları
İç kulak iltihabı, dış kulak iltihabı ve benzer kulak rahatsızlığı olan 126 hasta üzerinde % 5- 10 propolis çözeltileri denenmiştir. Bütün rahatsızlıklar için propolisin iyileştirici etkisi olduğu belirtilmiştir (Matel ve ark. 1973). Propolis ayrıca kulaktaki akut rahatsızlıklara karşı da pzitif etki göstermiştir.


Sindirim Sistemi Rahatsızlıkları

Bağırsak paraziti şikayeti olan 138 hastaya % 10-20’lik propolis ekstraktı uygulanmıştır. Çocuklarda düşük dozun tedavi edici etkisi olduğu gözlenmiştir. Yetişkinlerde ise % 20 lik propolis ekstraktının, tinidazol ve anti protozoa ilaçlarıyla aynı dozda etki gösterdiği bulunmuştur. Propolis, Danimarka’da ülser ve Crohn hastaları üzerinde denenmiştir. Propolis ekstraktının ülser üzerinde etkili olduğu fakat Crohn hastalığına etkisi olmadığı bulunmuştur.

Bağışıklık Sistemi Bozuklukları
Bağışıklık sistemi bozukluğu olan iki hastaya propolis, esberitox N ve kalsiyum- Magnezyum kombinasyonu uygulanmış ve bağışıklık sisteminde ve klinik durumlarında olumlu gelişmeler elde edilmiştir.
İltihaplanmalar
Aseptik necrosis hastası olan 22 hastaya düzenli olarak propolis enjekte edilmiş, 32 hastaya ise aynı şartlarda normal tedavi uygulanmıştır. Propolis tedavisi uygulanan hastalarda diğerlerine göre belirgin gelişmeler gözlenmiştir. Vajina ve uterus iltihaplanması şikayeti olan 90 hastaya % 3’lük propolis etanol ekstraktı uygulanmış ve % 50’den fazlasında olumlu gelişmeler sağlanmıştır.


Hastalıklara Karşı Etkiler
Doğal penisilin olarak adlandırılan propolisin antibakteriyel, antiviral, antiseptik, antifungal antibiytik özellikleri bulunmaktadır. Bu koruyucu ve tedavi edici özellikleri tüm dünyada yapılan çalışmalarla açıklanmıştır.

Tüberküloz
Eski Sovyetler Birliği’nden V.H. Karinova ve E.l. Rodionova farklı türlerde ve aşamalardaki 135 tüberküloz hastasıyla çalışmışlardır. Hastaların yaş aralığı 6 ile 50 arasındaydı. Hastalara, alınan tepkiye göre, günde 3 kez 4 ile 10 ay arasında propolis uygulanmıştır. Çalışma sonucunda 12 hasta haricinde bütün hastaların iyileştiği gözlenmiştir. Bu 12 hastanın ise böbrek tüberkülozu olduğu tespit edilmiştir.

Ülser
Romanya’da Dr. A. Vasilca ve Dr. Eugenia Milcu propolisin ülser üzerindeki tedavi edici özellikleri üzerinde çalışmışlardır. 34 kronik ülser hastasına 4 hafta boyunca propolis ekstraktı verilmiştir. 28 hasta tamamen iyileşirken 6 hastada önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bazı hastalara doku biyopsisi uygulanmış ve propolisin yenileyici etkisi gözlenmiştir.
Mitoz
N. Popovic ve N. Oita adındaki Romanyalı medikal araştırmacılar, propolisin hücre bölünmesi üzerindeki etkileri ile ilgili bir bildiri yayınlamışlardır. Araştırmacılar, dokunun hiçbir zaman tamamen kanserli hale gelmediğini, her zaman sağlıklı hücrelerin bulunduğunu ve normal hücrelerin aktivitelerinin kanserli hücreler tarafından etkilendiğini belirtmişlerdir. Propolisin, kanserli hücreleri durdurarak, normal hücrelerin aktivitesini arttırdığını ve dokunun normal hale gelmesini sağladığını ortaya koymuşlardır.
Kolit
Bulgaristan’dan Dr. S. Nikolov ve arkadaşları, propolisin akut ve kronik kolit üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Çalışmaya, yaşları 20 ile 65 arasında değişen 45 hasta katılmıştır. Hastalara günde üç defa yemeklerden önce propolis ekstraktı verilmiştir. Sonuçta toplam 43 hastada olumlu sonuç elde edilmiştir. Bunlardan 26’sında çok iyi, 12’sinde iyi kalanları ise memnuniyet verici şekilde iyileşme gözlenmiştir. Sadece iki hastada herhangi bir gelişme gözlenmemiştir. Çoğu hastada yedinci günde iyileşme başlamış ve ondokuzuncu ya da yirminci günde tamamen iyileşme görülmüştür.
Bağışıklık Sistemi
Propolisin en çok araştırılan ve yaygın olarak kabul edilen özelliği bağışıklığı arttırıcı özelliğidir. Propolis, doğal, salgı bezlerini aktive eden geniş spektrumlu antibiyotiktir. Propolis sadece enfeksiyonları engelemenin yanında, onları vücuttan temizler.
Çok sayıda deneyle ortaya konduğu gibi, propolis, bakterileri, virüsleri, mantarları ve hatta penisiline dayanıklı staphlococcus’u ortadan kaldırır.

Propolis virüslere karşı çok güçlüdür. Bu etki propoliste bulunan bioflavanoidlerin koruyucu etkisi sayesinde gerçekleşmektedir. Virüsler, proteinlerin dış kısmına yerleşirler. Eğer engellenmezse, bu tehlikeli ve enfekte edici madde taşıyıcı organizmada serbest kalır. Maalesef, böyle bir durumda, enzimler sayesinde protein dış kısmını parçalarlar ve böylece zararlı madde istem içerisine yayılır.
Sistemde propolisin bulunması durumunda ise bu durum gerçekleşmez. Bioflavanoidler, proteinin dış kısmını parçalayan enzimleri inhibe eder ve viral maddeyi içeriye hapseder.
Aynı flavanoidler, virüsün etrafını kaplayarak aktivitesini engellerler. Bioflavanoidlerin varlığında, taşıyıcı, virüslere karşı bağışıklık kazanmış olur.

Diğer bir yol ise propolisin fagosite aktivitesini güçlendirerek bağışıklık sistemine yardımcı olur. Fagositler, mikroorganizmaların etrafını sarar, içine alır ve sindirerek ortadan kaldırırlar. Propolis sayesinde gerçekleşen bu etki, birçok Sovyet ve Avrupalı bilim adamı tarafından gözlenmiş ve yayınlanmıştır.

Piyasada besin tableti,cilt iyileştirici krem,kulak-burun-boğaz ve cilt için sprey şekillerinde bulunmaktadır. Satın alırken FDI onaylı, bulunduğu ülkenin Sağlık Bakanlığı ve ,veya Tarım Bakanlığı onaylı olması güvenilirlik açısından önemlidir. Sağlıksız koşullarda hazırlanan ürünlere karşı dikkatli davranmalıyız.



BALDOKTORUM.COM - 2011   

ALINTIDIR.

8 Aralık 2013 Pazar

PROPOLİS ŞEKERİ BAYİLİK RESMİYETE ALINDI.

 
 
 
 
 
Sönmezalp ticaretteyiz.
 
                                             
                             
                                      Ürün hakkında bilgilrimizi artırıyoruz.

                         
                                Ahmet beyle BAYİLİK ve yapılması gerekenler istişare ediuoruz.



                                                     Buda RESMİYETİ olsun bari



PROPOLİSİN EN ŞEKER HALİ
 


Sönünce ışıklar daha da güzel oldu.
 





Şekerin en şifali hali PROPOLİS ŞEKERİ
 


           
                     
     
                                   Görüşmeler bittiğinde BURSADA akşam olmuştu bile.



 

                             
                                                      UZUN ÇARŞIDAYIZ.




                                                      Buram buram tarih kokuyor.





                                    Tek kelimeyle HARİHA  ejdat sağolsun.Birde mirasımısın hakkını değerini 

                verebilsek.



      
       Bugün ilk karı Bursada gördük.Buda oğlumun deklanşöründen Eskişehirde yılın il karı.

      

                                       Yüksekte oturunca manzara farklı görülüyor.